Apr 2, 2016

bir afrikalı çocuğun içinden geçen

esrik bir köprü
hiçliği hiçe bağlayan.

kanatlarında esaret taşıyan kırlangıçlar.

tek görüşte dünyanın en el değmemiş köşelerine
taşımakla meşgul
köprünün taşıdıkça çoğalan ayaklarını.

uçuşunuz özgürlük taşır sanmıştım diyen
kavruk Afrikalı bir çocuk
hoyrat bir salvosuna takılı kalıyor
kırlangıçlar sultanının.

senin ne haddine bu beylik sözler kara çocuk?

sana getirilenlerin nankörü olmaya devam edersen
özünün tozunu bile bulamazsın, bırak gürleşmesini.
karnın tok, sırtın pek.
daha ne istersin?

onuru gözlerinden dökülecek Afrikalı çocuk
boğazında düğümlenen
tok da pek de değil
sözlerini yutuverdi.
öğrenmişti çünkü tekinsiz, kısacık ömründe.
sultandan daha mı iyi bilecekti.

29/03/2016

hürriyetten esarete

yanık gazel kokusu,
kardan baş veren çakıl tanesi,
tenimi ürperten güneşli bir ayazdır
benim çocukluğum biraz.

mahcubiyet ve yokluklar
kin ve intikama altlık değildi henüz
kir yıkanınca
yenilen her darbe
bir kırık gülüşle
asalet ve suhuletle
düşerdi gözlerimizden.

hayatı hayat kılan
hakkında konuşulanlar değildi henüz.
rivayetsiz, aracısız,
asaletli bir sadelikle
yaşanması idi bizzat alamet-i farikası.

bir ark'a düşen iğde yaprağı
kaleme ve söze mahkum edilmemişti daha.
durup bakılır ve dalıp gidilirdi
konuşmaya ihtiyaç duymadan.
bilinirdi çünkü içten içe, 
söz esarettir.

29/3/2016